Türkiye’de son zamanlarda yatırım bankalarında çalışan ekonomistlerin bakış açılarıyla serbest ekonomistlerin perspektifleri arasında derin farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Yatırım bankası ekonomistleri koro halinde Türkiye ekonomisinin iyi yolda olduğunu, büyüdüğünü, geliştiğini ifade ederlerken, toplumun bakış açısını yansıtan ve “toplum ekonomistleri” olarak tanımlanabilecek serbest ekonomistler ise, büyümenin istihdam yaratmadığının, ödenen yüksek reel faizin Türkiye’nin kazanımlarını yok ettiğinin, gelir dağılımının daha da bozulduğunun ve ülke halkının giderek fakirleştiğinin altını çizmektedirler.
Yatırım bankası ekonomistlerinin birinci öncelikleri bankalarının ve bankalarına para yatıran gerçek kişi ve kurumların fonlarının getirilerinin maksimize edilmesidir. Bu onların bakış açısından etik görünmektedir. Bunun eleştirilecek bir tarafı yoktur, çünkü görevleri budur.
Serbest ekonomistlerin bakış açıları ise kendi ülkelerinin refahına katkıda bulunacak ve gelir dağılımını adaletli hale getirecek istihdam yaratacı yatırımları ve politikaları desteklemek şeklinde özetlenebilmektedir. Yani ülkenin getirisini ve refahını toplum genelinde maksimize etmek birinci öncelikleri olmaktadır.
Bakış açılarındaki bu derin farklılığa bakıldığında, makro ekonomik göstergelere ve uygulanan ekonomi politikalarına ilişkin yorum farklılıklarının nedenleri de anlaşılmaktadır.
Şöyleki; son yedi senedir istikrarlı bir şekilde uygulanan “yüksek faiz düşük kur politikası” bir taraftan yatırım bankalarının kar ve getirilerini maksimize etmelerine yardımcı olurken, diğer taraftan ülkenin alt gelir düzeyindeki geniş halk kitlelerinin fakirleşmesinin en önemli nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü, Türkiye ekonomisinin yarattığı katma değer pastasından yani milli gelirden böylece yabancı yatırımcılar ve üst gelir düzeyinde bulunan belirli bir kesim daha fazla pay almaktadırlar. Diğer bir deyişle, ülke halkının payı ise azalmaktadır.
Tabii ki, yatırım bankası ekonomistleri böyle bir politikayı savunmayı, hatta tabiri caizse, at gözlüklerini takarak ve başkalarının takmasını da teşvik ederek böyle bir “yüksek faiz-düşük kur” politikasının olmadığını ve bunun bir hurafe dahi olduğunu iddia edecek ve böyle bir politikanın Türkiye için doğru olduğunu savunmayı kendilerine görev sayacaklardır. Onlar açısından doğru olan ve etik olan budur. Çünkü, bu şekilde portföy getirilerini maksimize ederek görevlerini layıkıyla yapmaktadırlar.
Benzer şekilde, serbest ekonomistlerde ülke ekonomisi ve vatandaşlarının refah ve mutluluğu için bunun yanlış olduğunu savunup sona erdirilmesini isteyeceklerdir. Onların bakış açısıyla etik ve doğal olan budur.
Biz hangilerine inanacağız? Hangilerine güveneceğiz?
Bunun cevabı kolaydır. Hangi taraftaysanız o tarafın refahını maksimize etmeyi savunan ekonomistlere güveneceksiniz, onları destekleyeceksiniz. Yatırım bankalarında paranız varsa onları dinleyip onları savunacaksınız. Yok eğer, Türkiye’de yaşayan işçi, memur, emekli, köylü veya sade bir vatandaşsanız o zaman yatırım bankası ekonomistlerine kulaklarınızı tıkayıp yaşadıklarınıza, gördüklerinize bakıp ona inanacaksınız.
Bir bankanın önünde 255 YTL tutarındaki 3 aylık maaş kuyruğunda ezilme tehlikesi yaşayan emekliler, kayıtdışı çalışırken iş kazası sonucu ölen işçiler, ürettiği ürünü mal ettiği fiyata satamayan çiftçiler, ucuz ithal ürünler nedeniyle işyerlerini kapatmaya mahkum olan küçük işletme sahibi esnaf ve sanatkarların yanı sıra üniversiteyi bitirdiği halde iş bulamayan okumuş işsizlerin yatırım bankası ekonomistlerinin perspektifinin dışında kalmaları doğaldır. Onların işsiz, çaresiz ve ümitsiz kalmaları önemli değildir. Önemli olan portföy getirilerinin maksimize edilmesidir.
Uygulanan bu “yüksek faiz-düşük kur” politikası o denli sürdürülemez hale gelmiştir ki, Türk sanayicisinin Hintli ve Çinli sanayicilerin komisyoncusu haline getirildiğini ifade eden TOBB yetkililerinin dahi tepkisini çeker hale gelmiştir.
Yaşanan global kriz nedeniyle, verdiği yüksek faize rağmen, global sermayenin Türkiye’ye gelmede eskisi kadar istekli olmayacağını beklemek hatalı olmasa gerek. Bu politikayı sürdürme çabaları daha yüksek faize neden olsa dahi, artık kuru düşük tutmada yetersiz kalacağı kuvvetle muhtemeldir.
Bugünden sonra, ekonomide yaratılan katma değerin azalacağı beklentisi ve “yüksek faiz-düşük kur” politikasının sürdürülme isteğine ilişkin gerçek beraberce göz önüne alındığında, Türkiye’de başta işsizlik ve gelir dağılımı olmak üzere, sosyal yönü ağır basan ekonomik göstergelerin daha da kötüleşeceği ihtimali güç kazanmaktadır.
Bu da artık 2001 yılından beri uygulanan ekonomi politikalarında radikal bir değişiklik ihtiyacını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Siyasilerin artık serbest ekonomistlerin fikirlerini de dikkate alacaklarını ümit ediyorum. 24 Mart 2008
Doç. Dr. Mehmet Hasan EKEN
Not: Bu yazı 12 sene önce henüz doçent iken yazdığım ve farklı web sitelerinde yayınlanmıştı. 25 Haziran 2020
Prof. Dr. Mehmet Hasan EKEN
TEMAR Başkanı